Aydın Selcen yazdı: Demokrasiye giderken cumhuriyetten olmak

Dil Seçin

Turkish

Down Icon

Ülke Seçin

Turkey

Down Icon

Aydın Selcen yazdı: Demokrasiye giderken cumhuriyetten olmak

Aydın Selcen yazdı: Demokrasiye giderken cumhuriyetten olmak

Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın kararlı “Seni başkan yaptırmayacağız!” çıkışı 7 Haziran 2015 seçimlerinde DEM’in öncülü o zamanki HDP’ye 13.1%’lik bir oy oranı kazandırmıştı. Başka deyişle Demirtaş’ın kişiliğini ve tutumunu sözkonusu çarpıcı söylemiyle buluşturması Kürt Siyasal Hareketi’ni tüm Türkiye’ye belki ilk kez mal edebilmişti.

Nitekim Demirtaş dokuz yıldır Edirne Cezaevi’nde tutsak. Tedhiş yerine siyaset yoluyla tüm Türkiye’yi etkilemiş olmasının bedelini hukuksuzca ödemeye devam ediyor. Bugünlere bakınca Erdoğan’ın daha Ocak 2022’de “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” demekle ne kastettiği herhalde daha iyi anlaşılıyor.

Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın (DEM) ise geçenlerde Özgür Özel’in “Ben Erdoğan’la menemen bile yapmam” ifadesine yorumu sorulduğunda verdiği “Küstüm, oynamıyorum gibi bir yaklaşım içinde olmamak gerek. Böyle bir lüksümüz yok” yanıtı aradan geçen on yılda nerelerden nerelere geldiğimizin herhalde oldukça çarpıcı bir göstergesi.

Kırıcı olmak istemem, bu deyişimin hoş görülmesini dilerim: Bugün Erdoğan “İmralı’dakini” yani Abdullah Öcalan’ı (Bahçeli’ye göre “kurucu önder”) DEM’e fiilen kayyum atamış durumda. İmralı’ya gidecek heyeti de huzuruna DEM’den kimleri kabul etmeye layık bulduğunu da yine tek başına kendi belirliyor.

DEM Sözcüsü Şırnak Milletvekili Ayşegül Doğan da 11 Haziran’da partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında “Sorunun kapsamı ve ağırlığı düşünüldüğünde Sayın Mesut Barzani, Sayın Neçirvan Barzani, Sayın Mazlum Abdi, Sayın Kubat Talabani ve Bafıl Talabani ile görüşmesinin faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu görüşmeleri yapmak istediğini de biliyoruz. Bunu da kamuoyu ile paylaşmak isteriz. Bu, Sayın Öcalan’ın isteği. Biz de faydalı olacağını düşünüyoruz” açıklamasını yaptı.

Yukarıda kısaca betimlemeye çabaladığım durum ve bağlam dikkate alındığında herhalde DEM Sözcüsü’nün bu çağrıyı yalnızca partisi adına yapmadığı varsayılabilir. Arka planda belki tam bir eşgüdüm olmasa da yetkililerle (yahut “tek yetkiliyle?) bir iletişim bulunduğu düşünülebilir.

Özgür Özel geçtiğimiz günlerde Tele1’de katıldığı yayında bir soruya cevaben “DEM Parti’nin tavrını son derece anlaşılır buluyorum. Ne yapsındı yani DEM Parti?” ifadelerini kullanmıştı. DEM eş genel başkanları da özellikle 19 Mart darbesi sonrasında yaşanan hukuksuzluklara duyarsız kalmadıklarını defalarca dile getirdiler. Son olarak daha 12 Haziran’da DEM grup başkanvekili Kars Milletvekili Gülistan Koçyiğit TBMM’deki basın toplantısında aynı duyarlılığı ayrıntılı dile getirdi.

Gerçek olan şu: Bugün 1923’te değiliz. 1984’te de değiliz. 1993-1999 arasında değiliz. 7 Haziran 2015-1 Kasım 2015 arasında değiliz. 15 Temmuz 2016 kalkışması öncesinde değiliz. 16 Nisan 2017 anayasa değişikliği referandumu öncesinde değiliz. Hem Irak hem Suriye’de 2018’de başlayıp, 2024’te Bahçeli’nin Öcalan’ı mecliste konuşmaya davetiyle “taçlanan” kalıcı ve kapsamlı “yeni nesil” askeri harekâtlar öncesinde değiliz. 14-28 Mayıs 2023 genel, 31 Mart 2024 yerel seçimleri öncesinde de olmadığımız gibi, hepsinden önemlisi, 19 Mart 2025 darbesinden önce hiç değiliz.

Fransa’nın I. Dünya Savaşı kahramanlarından Mareşal Foch’un “mevzu nedir?” (yahut “neden bahsediliyor?” – “de quoi s’agit-il?”) sorusuna kurmaylık dersi olarak sıkça atıfta bulunulur. “Ben iflah olmaz bir iyimserim”, “ben öyle inanmak istiyorum” vb. yaklaşımların, korkarım ne kurmaylıkta ne siyasette yeri vardır.

Bir diğer kurmaylık dersi de ABD ordusunun kullandığı “varsayım tüm çuvallamaların atasıdır” (“assumption is the mothers of all f*ck-ups”) yaklaşımı. Haber alamıyorsak, elimizde somut veri bulunmuyorsa, işleyiş saydam değilse, denetleyemiyorsak eğer; herhalde “süreç” (en azından silâh bırakma) yolunda gidiyordur, kendi yatağında akıyordur, ilerliyordur: İşte bir varsayım örneği.

“Eğer ördek gibi vaklıyorsa, ördek gibi yüzüyorsa, ördek gibi yürüyorsa, ben o kuşa ördek derim” deyişi de bir diğer akıl yürütme yordamı: Yapılan gözlemden en basit, en doğrudan dolayısıyla en olası çıkarımı yapmak. Satır aralarını okumaya gayret etmek, olmadık mecazlara başvurmak, “kimse çözemedi, bir ben söktüm” türü yaklaşımlar bu mantığa temelden ters. İstihbarat da bu yüzden kural olarak “politize” edilmez.

Ülkemiz etnografik, folklorik ve haliyle tarihin konusu olabilecek kültürel bakımlardan doğrusu dünyanın hiçbir köşesine gıpta etmeyecek zenginliğe, derinliğe, çeşitliliğe sahip. Fakat kitaplar, belgeseller, ansiklopediler dolduracak, üzerine -mevcutlara ilaveten- daha nice doktora tezleri de yazılabilecek bu çetrefil konuları, hele bu bağlam ve ortamda ve bu varsayılan işbirliği ortaklarıyla yani iktidar sahipleriyle siyaseten veya anayasa yapımı için böylesine bir el çabukluğuyla, üstünkörülükle, kestirmecilikle ele almaya kalkışmak toplu felakete davetiye çıkaracak bir büyücü yamaklığı girişimi olur.

Bu türden eleştiri getirenleri, yolu yordamı zamanlamayı sorgulayanları da bir çuvala doldurup, ağzını bağlayıp, en hafifinden “demokrasi karşıtları” en ağırından “faşistler” diye peşinen yaftalamak bence aymazlık. Mukavvadan muhasımlar yaratıp onlarla aklınca dalga geçmek de öyle. Adeta 1919’da Bavyera Sovyet Cumhuriyeti’ni ilan eder biçem ve içerikte bildirgelerle demokrasi yolu yürümek de pek olası değil. Akrebi sırtına alan kurbağanın akıbeti defalarca kanıtlanmışken, “akrebi sırtımıza almama lüksümüz yok” diyerek yeniden ırmağa girmek de herhalde akılcı değil.

Siyasetin “iddia-karar-hamle” gibi özetlenebilecek bir kurmaylık yönü var. Siyaset, belki yarınlar düşünülerek ama özünde şimdi ve burada yapılıyor. Anayasa yapmak ise siyasete meze edilecek veya kaldıraç yapılacak bir uğraş değil. Kamu yönetiminde ve idari yapıda sürekli mükemmeliyet arayarak güncelleme, reform yapmak doğal hatta olması gereken. Her başı sıkıştığında cumhuriyeti “aç-kapa-çalışır” yapmaya kalkmaksa farklı.

Siyasetin kurmaylığı önceliklendirme de gerektiriyor: Örnek olarak obez, tütün tiryakisi, akşamcı, az hareket eden birinin derdi, doktorunun da uyarısıyla, yağlanan karaciğeri, daralan damarları, bükülen omurgası vb. olabilir. Günün birinde bu kişi bir arka sokakta saldırıya uğrarsa içgüdüsel olarak kafasını kollarının arasına alacak ve dizlerini de karnına çekerek “cenin pozisyonu” alacaktır. Burada yaşamsal öncelik kendini korumak ve o zor durumdan bir yolunu bulup (“taş yok mu taş?”) çıkmaktır. Yerde dayak yerken obez dostumuzun yine fazla kilolarını düşünmekte olduğunu hayal edebilir miyiz?

Sonuç olarak, günahıyla sevabıyla cumhuriyetimizin etnik değil siyasal bir proje olduğu konusunda herhalde yurttaşlar olarak hepimiz hemfikiriz. Sıfırdan cumhuriyet kurmak da mevcut cumhuriyeti sil baştan kurmak mutlaka “şuur ve tasavvur” gerektiriyor. “Şuraya da bir ağaç çizelim” der gibi “iki kurucu millet olsun…” diye işe girişmek böyle bir kavrayışı yansıtmıyor.

Bu işler kulis desiseleriyle, kapalı kapılar ardında dernekçilikvari faaliyetlerle, karanlık koridorlarda “biz de deriniz” hışırlığıyla, yağmacılık ve ganimetçilikle hiç olmuyor. Ergenlik hayalleri, tasarımın yerini tutmuyor. Hayallerle yaşayanlar gerçeklerle sınanıyor. “Ulus devlet” yegâne devlet modeli olmadığı gibi, “kavmi asabiyet” de kendiliğinden olgunlaşıp mutlaka ulus devlete erişmiyor.

Yönetsel olarak yerelleşme veya ademimerkeziyetçiliğe yönelmekle cumhuriyete üflenen ruhu kurcalamaya kalkmak aynı şey değil. (Buna benzer konularda yakın zamanda Ali Ulusoy ve Tolga Şirin hocalar herkesin anlayabileceği sade bir dille kendi görüşlerini paylaştılar. İlla her satırına katılmak gerekmese de esin verici ve ufuk açıcı buldum.)

Nasıl “ulus” tesadüfen yan yana gelmiş bir insanlar topluluğu değilse, “vatan” da rastgele (adeta “obamızı aha şu iki tepenin arasındaki düzlüğe kuralım” denilerek) üzerine yerleşilmiş bir toprak parçası değil. Nitekim ortak tarihimiz de istediğimiz parçasını alıp, beğenmediğimizi yoklayıp yerine geri bırakacağımız bir karpuz sergisi değil. Öğrenmek, yüzleşmek bazen de ardından unutmak gerekiyor.

Buna karşılık basit çoğunluğun dönemsel olarak ortak iradesini yansıtacak cumhurbaşkanı da ne başöğretmen ne başhekim. Ondan beklenen toplumu ne eğitmesi ne tedavi etmesi. Bu bağlamda münavebe de (“alternance”) demokrasinin bir başka gereği. Atarla giderle zartla zurtla da olmuyor. Resmen yapılacaklar ve yapılamayacaklar, toplumsal olarak yapılacak ve yapılamayacak olandan farklı olabiliyor. Göz sürekli dikiz aynasına takılıysa ileri gidilemiyor.

Ne yazık ki içinde yaşadığımız, hep birlikte bir yandan yazarken bir yandan oynadığımız tam bir tragedya: Ülkesini yakmaya kararlı zalim bir tiran var. Saray soytarıları var. Budalalar var. Rahipler, bağnazlar, çıkarcılar, tam kadro kimi ararsanız herkes burada var. Gaipten haberler veren koro da var. Ve bu tragedyanın çözülme anının, o zirve anının çok yaklaştığını sezinliyoruz. Her şeye rağmen perdesi açılan son sahnede ortalık yanıp yıkıldıktan sonra erdemin ayakta kalacağını ve hayatın devam edeceğini ancak umuyoruz.

Medyascope

Medyascope

Benzer Haberler

Tüm Haberler
Animated ArrowAnimated ArrowAnimated Arrow